DerlediklerimizGüncel

SÜLEYMAN GÜRCAN* | Heval Sinan Dersim’e

Ortak çalışmaya verdiği önem, eksikliklere ve yanlışlıklara yaklaşımda örgüt ayrımı yapmadan (en çokta kendi örgütüne yönelik) eleştiren ve yanlışlardan ders çıkartan bir kişiliği vardı.

Bugün sendika toplantısında kısa bir ara verilirken, basından ne var diye kontrol etmek için ANF’yi açtım. Ekran karşısında dona kaldığım, duygularımı nasıl ifade edeceğimi, nasıl kabulleneceğimi anlayamadığım bir duygu sardı. Çünkü acı bir haber ve bir her zamanki müzmin gülüşüyle Heval Sinan’ın Şahadetinin haberini gördüm. Hani her sonsuzluğa uğurladıklarımızın ardından insanı derinden duygu sarmalı sarar.

Tüm anılar, yaşanmışlıklar, tartışmalar, konuşmalar, müzminlikler… Hepsi bir film şeridi gibi akar insanın düşünce birikiminde. Birde bu akan film şeridinin damla olup dışarıya akması da söz konusudur.

Tekrar sendika toplantısına döndüğümde ne yapacağımı şaşırmış gibi, anlatılanları veya benim anlatmam gerekenleri bir yana, Sinan bir yana, düşünce daracığımda boğuşmaya başladılar. Ne yaman çelişki dedikleri bu olsa gerek.

Çünkü ben bir toplantıdayım, işçilerin hak ve özgürlükleri için nasıl mücadele etmemiz gerektiğini, bu korona sürecinde işçilerin sağlıklı bir şekilde nasıl çalışması gerektiğini ve onlara yönelik haksızlıkları, sömürüyü ve ayrımcılığı tartışırken, diğer yandın Kürtlerin özgürlüğü ve Kürt işçi ve emekçisinin bağımsızlığı için mücadelede şehit düşen değerli bir devrimci…

Neyse ki toplantının son saatindeydik.

Toplantı bittiğinde yeniden o derin hüzün sardı tüm benliğimi. Ama şimdi yalnızdım, şimdi Sinan’ı tanıdığım süreci, onunla ortak kampanyayı, onunla yaptığımız müzminlikleri, şakaları kafamda canlandırmaya başladım. Tabi ki bir yandan da gözlerimdeki yaşlar kendini tutamıyordu, nasıl tutsun ki. O değerli insanı bir daha görememek, onunla bir daha eski günlerin sohbetini edememek insanı derinden etkiliyor.

Sinan’ı nasıl tanıdığımı hatırlamaya başladım. Türkiye’de genel seçimler vardı ve ilk kez Avrupa’da da Türkiyeli-Kürdistanlı göçmenler seçimlerde oy kullanacaklardı. Dönemin demokrasi güçleri de bir araya gelerek, seçimlere ilişkin ortak bir kampanya yürütme kararı aldılar. Belirlenen tarihte Brüksel’de, (Sinan’ın deyimiyle; burası da bizim Kürtlerin Şatosudur) Şato’da bir araya geldik. Sinan’ı ilk orada tanıdım.

Bir yandan ilk defa Avrupa’da seçimler kampanyası yürütecektik, bir de biz ilk defa Türkiye’de seçimleri boykot etmiyorduk. Yani bizim açımızda iki tane ilk vardı. Sinan Dersimli olmasının da avantajıyla bizi yakından tanıdığı için, benimle tanıştığında ilk zaten oradan yüklenip, müzminliklerini yapmaya başladı. Tabi seçimlerin hızlı akışı, kampanyanın başarılı gitmesi, tüm alanlarda yaratılan hareketlilik; bizimde kısa aralıklarla bir araya gelmemizi gerektiriyordu.

Her gidişimde, ilk yaptığım Sinan’la çekiştirmek oluyordu. Onunla bazen bizimkileri, bazen de onlarınkileri tiye almıyor değildik. Özellikle onun her zamanki gülüşüyle, mizansen yaklaşımıyla her görüştüğümüzde gırgırımız eksik olmuyordu.

Tabi kampanya bitti, bizde haliyle bir araya gelme koşullarımız daha azaldı. Bazen gelip gidenlerle haberleşiyor, çok sık olmaması şartıyla da bazen telefonlaşırdık. Ya da merkezi yürüyüş ve etkinliklerde bir araya gelirdik.

Sonrasında yeniden seçimler ve yine bizde seçimlerde ortak çalışma kararı alınca gene bir araya gelmiştik. İlk söylediği zaten, her zamanki haliyle “senden gene kurtulamadım” oldu. Aynı şekilde seçim çalışmaları süre gitti ve sonuçlandı. Birçok şeyi birlikte gene tartıştık, kavga ettik, tiyi geçtik, “senin örgütün” değimiyle birbirimize şaka yollu laflarda sokuşturmadık değil, hani huyumuzdur bilinir…

Bir gün gene haber bırakmıştı ve acilen görüşmemiz gerektiğini söylemişti. Tabi haberi gönderen Sinan olunca, mutlaka acildir deyip hemen verdiği randevuya gittim. Orada gerçekten de acil olan sorunu teferruatlı konuştuk, tartıştık ve bir sonuca bağladık. Sonrasında gene o müzmin gülüşüyle; “Ben gidiyorum, bir daha görüşemeyiz büyük bir ihtimalle. Tabi sen gelirsen yanıma görüşürüz, hatta seni yoldaşlarınla da görüştürürüm” diyerek dalga geçmeyi de bırakmadı.

Tabi son vuruşunu da yapmadan durmadı; “ne yapıyorsun burada, gel beraber gidelim, zaten sizinkilerde orada. Bir seçim kampanyası da orada yürütürüz” diyerek, gülmeye başladı. O gün birçok şeyi konuştuk, birbirimize gene laflar vurduk ve ayrılık zamanı gelmişti artık. O müzmin gülüşünü eksik etmeden sarıldık, kucaklaştık ve mutlaka bir gün görüşeceğiz diyerek sözleşip ayrıldık…

Ben yaklaşık 3 saatlik bir yolu geri gelirken hep onu düşündüm. Ya bir daha görüşemezsek ya o şehit düşerse ya’lar sürüp gitti…

Belirli aralıklarla ondan haber alıyordum. Biri Rojavaya giderse, ya da oradan gelirse hemen ilk onu sarardım. İlk aldığım haber Apollo birliklerinde komutan olduğunu söyleyince çok güldüm. Haberi getiren arkadaş da şaşırdı neden güldüğüme. Apollo birlikleri ismi tuhafıma gitmişti ve tam da Sinanlık bir isim diyerek, sonrada onu anlatınca haberi getirenle birlikte gülmeye başladık.

Bir gün tekrar bir arkadaş geldi. Birlikte bir yere giderken çantasında bir Puşi çıkardı ve “bunu sana gönderdiler” diyerek bana verdi. Bende tanıdığım, mücadeleye aktif katılan yoldaşlarımdan birisidir diye düşündüm ve tabi sormadan edemedim kimin gönderdiğini. Arkadaş da dayımın gönderdiğini söyleyince şaşırdım ve beni dayımın orada olmadığın söyleyince o da şaşırdı. Sonra tarif ettiğinde, Sinan’ın gönderdiği netleşti.

İşte o an benim için tarifi çok zor bir duygusallığın hakimiyetiydi. Bir yandan Sinan’dan hiç beklemediğim bir anda haber almak, diğer yandan da bu kadar işlerinin yoğunluğu arasında, arkadaşın beni görebileceğini düşünerek bana Puşi alıp göndermesi beni çok duygulandırmıştı.

Tabi ki her zamanki gibi, duygu yoğunluğu olunca göz yaşlarım da gene görevlerini yerine getirmeyi ihmal etmediler.

Tabi ki Puşiyi almak duygu vs tamam, ama gene müzminliğini yapmıştı. Hani, “gel beraber gidelim, ne yapıyorsun burada” dediğini, şimdi de Puşi göndererek, “gel buraya ne yapıyorsun orada” demişti. Ve bir gün mutlaka görüşüp, bu müzminliğinin hesabını soracağımın sevincini de yaşamadım değil. Puşiyi her gördüğümde, ya da Sinan aklıma her geldiğinde Puşiyi elime alır onu düşünürdüm.  Çünkü o, gerçek bir siper yoldaşıydı!

Hani derler ya bazı insanlar iz bırakır diye. Sinan’da birkaç yıllık tanışma ve ortak çalışmada bende yoğun bir iz bıraktı. Ortak çalışmaya verdiği önem, eksikliklere ve yanlışlıklara yaklaşımda örgüt ayrımı yapmadan (en çokta kendi örgütüne yönelik) eleştiren ve yanlışlardan ders çıkartan bir kişiliği vardı. Eleştirirken, eleştirilirken her zaman karşısındakini incitmemeye özen gösteren birisiydi. Özellikle büyük örgüt nidaları olmaması, tüm örgütleri aynı düzeyde tutması, görev dağılımda işlerin esasını kendisinin yüklenmesi en önemli özelliklerindendi.

Sevgili Sinan;

Gene müzminliğini yaptın, gene bir gol attın bana. Sen şiir okurken yayınlanan görüntülerini izledim. Aynı müzminliğini yapıyorsun, hiç değişmemişsin. Ama en önemlisi de her zamanki gülüşünü bırakmamışsın, hem o sana çok ta yakışıyor… Biliyorum ki sen şehit düştüğünde de o gülüşünle şehit düşmüşsündür.

Seni bir daha göremeyeceğim, ama senin yarattığın değerler, senin ortak mücadeleye verdiğin önem her zaman Puşinle birlikte beynimin bir tarafında olacaktık ve hayatım boyunca bunu unutmayacağım. Sen rahat uyu Dersimin asi çocuğu. Yarattığın değerler, yoldaşlık duygun, senin yolunda yürüyecek birçok yeni militana örnek olacaktır.

Bundan sonra her sizin Şatoya gittiğimde seni orada gülüşünle bizi karşılamanı hatırlayacağım. Tabi birde Heval Zübeyir’in yoğurduyla nasıl tiyi geçtiğini de unutmayacağım. Ama her gidiş erkendir, her ayrılık hüzünlüdür.

Senin de gidişin erken ve hüzünlüdür sevgili Sinan. Devrimci mücadele de dokunduğumuz her yoldaş, her arkadaş değerdir. Fakat sen enlerden birisiydin ve öylede kalacaksın. Seni hiçbir zaman unutulmayacaklara ilişkin kalbimde ve tüm benliğimde buluşturduğum hatıra defterime kızıl harflerle yazdım.

Işıklar yoldaşın olsun, senin örnek kişiliğini gelecek kuşaklara dilimizin vardığı kadar anlatacağız…

*ATİK Eşbaşkan

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu